30 Aralık 2012 Pazar

Tepe Prensibi

Tepe Prensibi
       Her insan istediği gibi bizde kendimize göre farklı farklı alanlarda iyi işler çıkarmayı istiyoruz. Bu amaç uğruna çabalıyoruz ve koşturuyoruz. Yani yaptığımız her neyse o alanda tepeye ulaşmak istiyoruz. Fakat bazen, her insanın hayatında olduğu gibi bizimde hayatımızda, ulaştığımız ya da ulaşamadığımız ''tepelerimiz'' vardır. Ulaşabildiğimiz her zirve bizi biraz daha güçlendirirken kendimizi de iyi hissetmemizi sağlıyor. Çokta iyi oluyor sonrası. Peki ya ulaşamadıklarımız? Onlar bizde nasıl bir etki bırakıyor acaba?
        Herhangi bir negatif durum söz konusu olduğunda, o olaya sebep olan nedenleri inceleyerek daha akıllıca davranmış oluruz. Çünkü hiç bir zaman bardağı taşıran son damla değildir. Muhakkak olayın arkasında yatan farklı farklı sebepler vardır. Bu perspektiften bakacak olursak, başımıza gelen her olumsuzlukta olduğu gibi, belli bir konuda tepeye ulaşamayışımızın da görünür ya da görünmez bazı sebepleri vardır. Bunlar tabi ki herkes için aynı olmak zorunda değildir, kişiden kişiye değişebilirler. Fakat bu sebeplerin hepsi ortak bir noktada buluşurlar. İşte o nokta kolaylıkla gözden kaçırılabilir veya hiç farkına bile varılamayabilir. Aşağıdaki resme bakacak olursak, okların dizilişleri adeta bir tepeyi andırmaktadır.


         Temelde hedeflerimiz bu iki basit basamaktan oluşmaktadır. Öncelikle hepimiz kendimize bir tepe belirleriz. Oraya ulaşabilmek için karar veririz ve sonrasında sebat ederek oraya ulaşabiliriz. Belirlediğimiz o tepeye ulaşmışsak kendimize yeni bir hedef belirleriz. Çünkü her hedef aslında ulaşmamız gereken bir noktadır. Bu yeni hedefte artık bizim için çıkmamız gereken yeni bir zirve olur. Eğer yeni hedefimize ulaşamıyorsak o zaman geri dönüp şöyle bir arkamıza bakmamız gerekir. Çünkü bir önceki tepede yani '' karar vermek'' aşamasında yapıp ettiklerimizin sonuçları, bizim karşımıza ''sebat etmek'' kısmında çıkar. Yani yanlış karar yanlış bir sonuç doğurur diyebiliriz. Aynı döngü terstende düşünülebilir. Yani vadide ki davranışlarımız da tepede ki sonuçlarımız olacaktır.
     Burada dikkat etmemiz gereken bazı hususlar vardır. Bunlardan bir tanesi; tepedeki aldığımız kararlardır. Çünkü bildiğimiz üzere tepedeyken her şeyi çok daha net olarak görebiliriz. Yani tepedeyken aldığımız bir karar, biz uğraştayken alacağımız karardan çok daha iyi sonuçlar doğuracaktır. Diğer yandan, sebat etme aşamasında yapmamız gereken en önemli şey ise ısrarcı olmaktır. Bir çok şeyde olduğu gibi başlangıç kolay olmayabilir ya da bir takım engellerle karşılaşabiliriz. Eğer vadideyken ısrarcı olabilirsek, daha iyi kararlar alabileceğimiz, daha yüksek bir tepeye çıkma şansı elde edebiliriz. Böylelikle kendimiz için belirlediğimiz hedeflere ulaşabilir hale gelebiliriz. Bu durum da bizi hiç şüphesiz olumlu yönde etkileyecektir.
      Sonuç olarak; tepeler, vadiler, zirveler veya hedefler hayatımızın her anında olmuştur ve olmaya da devam edeceklerdir. Bunlardan bazıları başarıyla sonuçlanırken bazıları da başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Burada önemli olan şey, başarısızlığa neden olan perde arkasında ki sebepleri keşfedebilmektir  Bu yüzden, kendimize belirlediğimiz hiç bir hedef için olumsuz düşünüp, gözümüzde büyütmemeliyiz. Çünkü ünlü bir düşünürün dediği gibi; bir tepeye vardıktan sonra anlarsınız ki daha ulaşılacak bir çok tepe vardır.
                                                                                                                                B.Ö.

23 Aralık 2012 Pazar

Geri Gitmedim ki!

Geri Gitmedim ki!
     Hepimizin hayatında bazı zamanlar herhangi bir konuda ilerleme kaydetmek pek mümkün olmuyor. Tabi ki de hepimiz için ayrı ayrı sebepler vardır, bu duruma düşmemizde ve fakat genelde bir çoğumuz farklı farklı konularda ilerleme kaydetmek isteriz. Hal böyleyken, bazı zamanlar kendi kendimizi şunu düşünmekten alıkoyamayız; ''Neden ilerleye miyorum?'' İşin daha da kötüsü, bazen hem ilerleyemeyiz üstüne üstelik hem de gerileriz. Yani ya geriye doğru gittiğimizi hissederiz ya da bunun farkına varırız.
     Bu konuya farklı bir açıdan bakacak olursak; aslında bu durum bizim için her zaman o kadar da kötü olmayabilir. Kim bilir belki de bizim için iyi bir şeydir bu ilerleyememe veya gerileme durumu. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bir işin üstesinden adam akıllı gelmek için ona odaklanmamız gerekir, o işin üzerine gitmemiz gerekir. ''Şimdi bunun konumuzla ne alakası var?'' dediğinizi duyar gibiyim. Aslında tam olarakta bununla alakalı olduğu kanısındayım. Bakalım yazının sonunda hemfikir olabilecek miyiz?
     Yaşadığımız bir çok olay, ilginç bir şekilde doğadaki olaylarla benzerlik göstermektedir. Hiç düşünmüş müydünüz? Evet evet hatta bazıları doğadakilerle birebirdir. Örneğin; dünyamızda belli bir zaman diliminde med-cezir denilen gel-git diye adlandırdığımız bir olay yaşanır. Kısaca bahsetmek gerekirse, denizin bir süreliğine geri çekilmesi ve sonra daha da ileriye gitmesidir. Bu olay hakkında çok farklı düşünce veya görüşler vardır. Ancak bu olaya şu açıdan bakabiliriz; ''acaba med-cezir'i bizim hayatımıza uyarlayabilir miyiz?'' cevap; kesinlikle evet olacaktır.
     Hepimizin hayatı zaman zaman geri çekilmeyi gerektirir. Ama bu her zaman gerilemek anlamına gelmez. Çünkü o an ona odaklanmamız ve o işle uğraşmamız gerekir. Bu sebeple, başka işlere karışmamayı tercih eder ve kabuğumuza çekiliriz. Her ne kadar bazı insanlar aynı anda birkaç şeye odaklanma yapabildiklerini iddia etselerde işin aslı bu değildir. İşte bu yüzden, hayatta bazı şeyleri yapabilmek için önce biraz geriye çekilmek ve sonrasında ileriye gitmek gerekir.
     Sonuç olarak, her geri çekiliş kesinlikle bir gerileyiş değildir, aksine bazen bir miktar gerilemek bize çok daha büyük faydalar sağlayabilir. Bu yüzden hayatımızda ki geri çekilişler hakkında olumsuz düşünmek yerine, onları ilerlememize katkısı olan küçük fırsatlar olarak görebiliriz.                                                                                                                                          B.Ö.

18 Aralık 2012 Salı

Ben Başa Çıkarım!

Ben Başa Çıkarım!
     İsteyerek ya da istemeyerek hepimizin şikayet ettiği zamanları olmuştur. Peki,neden  şikayet ediyoruz acaba? Şikayet etmek aslında şu demek: ''değiştirmeye gücüm yetmiyor, onunla başa çıkamıyorum ve söylenerek rahatlıyorum.'' Şikayet etmenin başka bir açıklaması ancak mazeret olarak kabul edilebilir.
     Zaman yoktur, patronumuz, ebeveynimiz bizi anlamıyordur. Arkadaşımız bizi ya umursamıyor ya da hoşgörülü davranmıyor, para yetmiyor, zaman ve para yetse enerjimiz kalmıyor. İnsanoğlu sanki şikayet etmek için dünyaya gelmiş gibidir.
     2000'li yıllarda kitaplar, doktorlar, uzmanlar hep aynı şeyi söyleyip durdular; odaklandığınız şey çoğalır. Gün içinde şikayet ettikçe şikayet edilecek şeyler artar. Örneğin, yorgunum dersek kendimizi daha yorgun hissederiz, hastayım dedikçe daha da hasta oluruz, ağrıyan başımızı düşünüp durur ve bundan dolayı söylenirsek baş ağrımız geçmez. Aramayan sevgilimizi düşündükçe aramaz ve örnekler çoğaltılabilir. Kişisel gelişim dünyası pozitif düşüncenin, bir safsata mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışa dursun, biz kendi deneyimlerimizden yola çıkalım. Herkes en iyi kendi yaşadığını bilir ne de olsa!
     Şunu açıklığa kavuşturalım; bugüne kadar hayatımızda şikayet ederek düzelen herhangi bir şey oldu mu? Daha önemlisi de; gerçekten düzelmesini istiyor muyuz? Mesleğim gereği her gün yaşlı ve hasta insanlarla bir aradayım ve diyebilirim ki eğer bir insan iyileşmeyi istiyorsa - genellikle - iyileşir. İyileşmemek o kişiye şikayet etme imkanı sağlıyorsa ve bu şekilde yakınlarından ilgi görüp, bu yüzden o kişi iyileşmemeyi tercih edip sürekli bir şeylerden şikayet eder. Aslında bu tutum bir tür yardım ve ilgi isteğidir; ''lütfen benimle ilgilen, bak hayatımda yolunda gitmeyen bir şeyler var.'' Kendi hayatının sorumluluğunu al(a)mayan insanların ortak özelliği şikayet etmek ve karşısındaki problemin tamamen kendileri dışında olduğunda son derece emin olmalarıdır. Şikayeti ortadan kaldırdığımızda iki şey olur; ilki odağımızın  kötüye değil de iyiye kaymasıdır ki günümüzde birçok insan bunun için çabalamaktadır. Bu sebeple, odağımız iyiye yöneldiğinde HAYATIMIZdaki algımız da iyiye yönelir. Şikayeti bıraktığımızda olacak ikinci şey ise; gücümüzün farkına varırız, sorumluluk alıp değiştirmek için harekete geçebiliriz. Çünkü, insan sadece sorumluluğunu aldığı bir şeyi değiştirebilir.
     Düzenli olarak şikayetçi olduğumuz bir şeyler varsa kendimize şunları sormak gerekebilir;
* Bu şikayet ettiğim konu hayatımda olmasaydı ben nasıl biri olurdum?
* Her gün şükrederek ya da teşekkür ederek uyansaydım ben nasıl biri olurdum?
* Eğer o şeyi değiştirecek güce sahip olsaydım ne yapardım?
     Günlük yaşantımıza biraz yukarıdan bakacak olursak, şikayet ettiklerimizle, şükrettiklerimizi ya da teşekkür ettiklerimizi tartabilir ve kendimiz için bizi yönlendirecek doğru soruları keşfedebiliriz... 
S.G.

9 Aralık 2012 Pazar

yapAMAmak !

 yapAMAmak !
     Eminim ki hepimizin hayatında yapmak istediği birçok şey var. Bazılarını yapıyoruz fakat bazılarını bir türlü yapamıyoruz. Daha doğrusu ya zamanı yetiştiremiyoruz ya da son dakikada yetiştirebilmek için canla başla uğraşıyoruz. Genellikle son dakika da yapılan işlerden de pek hoşnut olmuyoruz. Aslında böyle olmasını istemiyoruz ama her ne oluyorsa yine sona kalıyor ya da yetişmiyor. Hadi yetişti diyelim bu seferde, aceleyle yaptığımız için bir takım eksikliklerden dolayı sonucu kendimize yakıştıramıyoruz bir türlü. Sonrasında da ''biz yapamıyoruz'' oluyoruz.
     Peki bu duruma sebep olan şey nedir? Belki bana kızacaksınız ama, işin aslı şudur; işlerin son dakikaya kadar sarkmasının ya da işi yetiştiremeyişimizin tek sebebi biziz, yani kendimiz. Çünkü burada çok küçük bir ayrıntı vardır ve bu ayrıntı hemen hemen her zaman insanların   gözünden kaçar. Hatta birçoğumuz bunun farkına bile varmayız. Nedir o ayrıntı? sorusunu yanıtlamadan önce, o ayrıntıyı kaçırmamızın sebeplerine değinmek istiyorum.
     Bu noktada her insan için iki seçenek vardır. Bir işi ya yaparsınız ya da yapmazsınız, yani seçeneklerde yapmak ya da yapmamak vardır. Öncelikle bunu benimsemekte fayda vardır. Çünkü insanlar genelde yapamadıkları işler için mazeretler bulur ya da o mazeretleri kendileri yaratır. Halbuki üstesinden gelemediğimiz işe mazeret bulmak, dünya üzerinde yapılabilecek en kolay işlerden  biridir. Her zaman ve her koşulda bir tane bulabilirsiniz. Aslına bakarsanız bu bir tür kaçıştır ve şu anlama gelir; ben bu işi kendim yapamadım ve kendime bunu yakıştıramıyorum. Bu yüzden de suçu başka bir şeye atarak kendimi rahatlatmak istiyorum.
     Peki o işi neden yapamadın? diye sorduğunuzda ''... ama şu yoktu, ...ama buda eksikti ya da ...ama bak falanca da yapamamış'' gibi ama ile başlayan cümlelerle karşılaşırsınız. İşte buradaki her bir ama cümlesi bir mazereti temsil etmektedir. Peki neden ama cümlesi kullanıyoruz? diye sorabilirsiniz. Bunun sebebi, o işi yapmak için kendimizden değilde dışarıdan bir şeyler beklememizdir ve bu oldukça yanlış bir tutumdur. Çünkü hiçbir zaman dış dünyayı tam olarak kontrol edemeyiz ve her zaman bilmediğimiz, bilemediğimiz bir şeyler eksik olacaktır. Yani biz istersek her zaman ama ile başlayan bir cümle kurabiliriz. Fakat böyle yaparak hangi işimizin üstesinden gelebilirsiniz ki? :)
     Buradaki çözüme bakacak olursak, son derece basit olduğunu fark edebiliriz. Fakat bunu günlük yaşantımızda uygulamak o kadar da kolay olmayabilir. Çünkü ama sözcüğünün bizim üzerimizde gizli bir gücü vardır.
İşte o basit çözüm; hayatınızdan ''AMA'' sözcüğünü kaldırın ve bu sözcüğün nelere sebep olduğunu gözlemleyin.
     İşte ilk gözlem; YAPAMAMAK sözcüğünden ''ama'' çıkarılırsa, geriye YAPMAK sözcüğü kalır ve böylelikle yaşantımızda mazeret bulamaz hale gelmiş oluruz...

2 Aralık 2012 Pazar

Neredeyse %94 olabiliriz !

Neredeyse %94 olabiliriz !
          Bugünlerde hepimiz bir takım çabalar içindeyiz. Daha doğrusu çabalamaya itiliyoruz. Yok şunu da geliştirin yok bunu da geliştirin. Kendiniz de bu özelliği mutlaka geliştirin, gibi bir çok telaşelere sevk ediliyoruz. Halbuki kendimize şöyle bir dışarıdan kuş bakışıyla baktığımız zaman rahatlıkla farkına varabiliyoruz ki, ne kadar çok gelişmemiz gerekiyor ya da ne kadar da çok geliştirmemiz gereken özelliğimiz varmış, diyoruz kendi kendimize. Belki de sonrasında küçük bir umutsuzluğa düşüyoruz.
          Tam bu noktada, kendimizi geliştirme konusuna farklı bir açıdan bakmak bizi, çok farklı yerlere götürebilir. Örnek verecek olursak, diyelim ki günümüz trendine göre geliştirmemiz gereken üç farklı özellik var ve fakat bunlar bizim çokta aşikar olmadığımız özellikler olsun. Onları geliştirmek için harcayacağımız zaman ve enerji oldukça fazla olacaktır. Kaldı ki genelde bunun sonucunda elde edeceğimiz gelişim oranı yaklaşık %40 ya da %50 lerde bir yerde olacaktır. Bu yaklaşık olarak 100 üzerinden 40-50 puana tekamül eder.
          Aslında daha farklı düşünecek olursak, birkaç alanda kendimizi geliştirmek yerine, normalde güçlü olduğumuz bir özelliğimizi geliştirmeye yönelmek daha akıllıca olabilir. Çünkü, biz o alanda zaten yeterince güçlüyüzdür ve kaydedeceğimiz en ufak bir gelişme dahi bizim bu özelliğimizi en üst seviyelere taşıyacaktır. Örneğin; çok iyi derecede resimler yapabiliyorsunuz. Fakat iyi derecede müzik besteleyemiyor ve iyi yazı yazamıyorsunuz. Rakamla ifade etmek gerekirse, %90 oranında resim yapabiliyor, %5 oranında müzik besteleyebiliyor ve %5 oranında da yazı yazabiliyorsunuz. Sizce bunlardan hangisini geliştirmelisiniz ? 
          Sanırım çoğumuzun cevabı müzik bestelemek ve yazı yazmak olmuştur. Tabiki de istediğimiz özelliğimizi, istediğimiz şekilde ve istediğimiz kararda geliştirme özgürlüğüne sahibiz. Bunun tercihi tamamen bize kalmıştır. Fakat bu noktada dikkatleri farklı bir yere çekmek istiyorum. Hadi gelin birlikte küçük bir hesaplama yapalım. Müzik bestelemek ve yazı yazmak alanında kendimizi geliştirmek istediğimizde, en iyi ihtimalle %100 gelişme kaydedebiliriz. İşin sonunda %100 gelişme dahi olsa beş puanlık bir artış elde edebiliriz. Böylece iki alanda da %10 gelişmiş oluruz ki bu genelde küçük bir pay olarak kabul edilir. Sanırım bu seviyedeki bir gelişmişlik bize iyi bir fayda sağlamayabilir. Fakat resim yapmak alanında ki gelişimimiz tahminimizden daha fazladır. Burada yapacağımız ufacık bir gelişme bile bize, oldukça büyük fayda sağlayabilir. Sadece %4 lük bir gelişim bile bizi, toplamda %94 e çıkarır ki bir alanda bu seviyede olmak hiçbir zaman küçümsenemez.
          Eğer biz bir alanda %94 gelişmişsek, bu bizi o alanda üst sıralara rahatlıkla taşıyabilir ve bu sayede büyük kazanımlar elde edebiliriz. Kısacası birkaç alanda ortalama seviyede olmaktansa, bir alanda çok iyi olmak bize ve çevremize büyük faydalar sağlayabilir.
Peki, siz hangi alanda %94 olabilirsiniz ?

25 Kasım 2012 Pazar

Hayatımızdaki merdiven...

Hayatımızdaki merdiven...
       ''Yine mi başarısız oldun?'' Yoksa, ''Yine mi başarısız olucam?'' diyorsun kendi kendine? Bazen hayatımız da o kadar başarılı olmak isteriz ki onun için çalışır, didinir ve emek harcarız. Fakat işin sonunda hayat bizi başarısız kılar ya da biz başarısız olduğumuzu düşünürüz. Her iki durumda da bizim için söz konusu bir ''başarısızlık'' vardır. Başlarda her ne kadar umursamıyor olsakta aslında bütün bu olanlar bizi içimizde ufak ufak birikir ve fakat bu durum, en savunmasız, en hassas ya da en güçsüz anımızda patlak verir. Dolayısıyla bu durum bizim için normalde olduğundan daha da ağır nükseder. Hal böyleyken bir kez daha başarısızlığa uğramış oluruz. Çünkü hem yapmakta olduğumuz işten dolayı başarısız, hem de içine düştüğümüz durumdan sıyrılamamış olduğumuz için başarısız olmuşuzdur.
       Belki de başarısız olmak zannettiğimiz gibi bir şey değildir. Yani, aslında biz başarılıyızdır ama o an için bunun farkında değilizdir. Ya da işin sonunda ''başarılı'' olabilmek için o süreçte bir kaç kere başarısız olmamız gerekiyordur. Hiç bu açıdan düşünmüş müydün acaba? :) Asıl demek istediğim; belki de başarı, başarısızlıklarımızın toplamıdır. Eğer bu nokta da kafamız biraz karıştıysa yol almışız demektir. Aşağıdaki resme baktığımızda başarının nasıl bir şey olduğunu ve daha önce ona bu gözle bakmadığımızı kolayca anlayabiliriz.


     Bu tablo üzerinde biraz düşündükten sonra, ''Nasıl başarılı oluruz?'' sorusuna cevap bulalım. Öncelikle bunun belli başlı şartlara bağlı olduğunu kabul etmeli ve bunları sırasıyla uygulamalıyız. Haydi buyurun gelin şu şartlara bir bakalım. Aslında bir işi başarmak istiyorsak şu sıralamayı takip etmeliyiz. Merdivene benzetecek olursak birinci basamakta istemek yazıyor. Başarılı olmayı istemeliyiz ki bir sonraki basamağa çıkabilelim. Çünkü biz istemediğimiz sürece dışarıdan hiçbir kuvvet bize bu anlamda etki edemez. İkinci basamağa çıktığımızda başlamak yazdığını görüyoruz. Başlayabilmeliyiz ki işin sonuna gidebilelim ve başarılı olalım. İşte bu yüzden ikinci adım oldukça önemlidir. Son basamağa vardığımızda inanmak yazısını görürüz ve bu en önemlisidir. Çünkü ilk iki şartı yerine getirsek bile, çevresel faktörler yüzünden sonuncusu olmadan muhtemelen başarılı olamayız.
          Bunların yanında bilmeliyiz ki;
* Başarılı olmak güzeldir ve insana mutluluk verir.
* Bir kere tadına vardınız mı, bir daha kolay kolay bırakamazsınız.
* Ayrıca, başarıyla yarışmak bize başarı getirir. 

18 Kasım 2012 Pazar

Hayır! Sen yukarı çık

 Hayır! Sen yukarı çık.

Hepimiz hayatımız da birtakım şeyler yapmak isteriz. Bir şeylere sahip olmak, bir şeyler başarmak vs. Bu yüzden bazen çevremizdekilerle bu amaç için iletişimde bulunuruz. Gerek dertleşmek olsun, gerekse fikir paylaşımı olsun. Fakat hepimizin hayatında birçok insan modeli vardır ve bunlardan bir kısmıyla yakın iletişim halindeyizdir. Bazen biz iletişim kurarız, bazen de onlar bizimle bu amaç için iletişim kurar. Aslında kötü bir şey değildir bu. Fakat bunun sonu bir taraf için oldukça yıpratıcı olabilir. Çünkü günümüzde, hepimizin çevresinde kötümser, karamsar ve kendinden başkasının yaptığı doğru olmayan insanlar vardır. Genelde bu tür insanlar, kendilerini birilerine kanıtlama çabalarına rağmen hayatlarında kayda değer işler yapamamış kişilerdir. Zaman geçtikçe de başarısızlıkları ve mutsuzlukları artar. Bazıları bunun farkına varır, bazıları ise farkına varamaz. Bu yüzden çevrelerini karşı oldukça yıkıcı olabilirler.

Yaptığım gözlemlere göre, başarısız ya da mutsuz insanlar sanırım yalnız kalmamak için yanlarına arkadaş arıyorlar. Daha da ilginç olan ise kendileri yapamadı diye başkalarının da yapamayacağını zannediyorlar ve yapamazsın, edemezsin, bu çok zor, sen kim o iş kim? gibi cümleler kuruyorlar. Bu yüzden bilerek ya da bilmeyerek sizin moralinizi kolayca bozabiliyorlar. Olumsuz düşüncelere sürüklenmenize sebep oluyorlar. Yani sizi yanlarına çekmek istiyorlar. Çünkü orada yalnız kalmak istemiyorlar. Belki de bazılarımız dışarıdakilerin her söylediklerine kulak asmıyor olabilir. Ama birçok insan bu tür konuşmalardan ciddi şekilde etkilenebiliyor.

‘’Peki bunun için ne yapmak lazım?’’ sorusuna cevap vermeden önce şunun bilincinde olmamız bize fayda sağlayabilir. Bu tip insanlarla hayatımızın her evresinde karşılaşabiliriz ve onları yok edemeyiz. Fakat onlara karşı güçlenip,  mücadele edebiliriz. Çözüme bakacak olursak aslında tam bu nokta da birden fazla çözüm bulabiliriz ama bulduğumuz çözümün kalitesi, onun bizdeki gücünü ve kalıcılığını etkileyecektir. Böyle olduğu taktirde bu tip insanlarla kolayca başa çıkabiliriz. Örneğin; iletişim sırasında oradan bir şekilde uzaklaşabiliriz. Fakat bu bizim için kalıcı bir çözüm olmayabilir. En nihayetinde her iletişimden de bu şekilde kurtulamayabiliriz. Bu yüzden kendimize inanarak söyleyeceğimiz bir söz, durumdan incinmeden çıkmamızı sağlayabilir. Eğer karşımızdaki kişi bizi demoralize etmeye yönelik bir iletişim içerisindeyse yani bizi yanına çekmek istiyorsa, kendi kendimize
‘’Hayır! Ben aşağı inmiyorum. Sen yukarı çık.’’ dememiz ve bunun gücüne inanmamız oldukça yerinde bir davranış olabilir.

11 Kasım 2012 Pazar

Aslında kör değiliz !


Aslında kör değiliz !

Hepimizin yaşamında ‘’ya ben bunu nasıl yaptım?, nasıl oldu da farkına varamadım? Ne kadar da körüm.’’ dediğimiz zamanlar olmuştur. Tabii bu söyleniş olan olduktan sonra hatta üzerinden biraz zaman geçtikten sonra olur. Peki nasıl oluyor da biz bunları söylüyoruz? Başımızdan geçen o olay hakkında nasıl böyle konuşabiliyoruz? ve sonrasında ‘’Yani zamanında bunları düşünseydin ya.’’ diyoruz kendimize.

Hadi gelin birlikte bu konuyu bir inceleyelim. Aslında hiçbirimiz karşılaştığımız olaylarda kör değiliz. Sadece o zaman diliminde durumu analiz edip mantıklı düşünemiyoruz. Öncelikle başımıza gelen her neyse o anki durumumuza ve konumumuza bakmamız  gerekir. Her iki durumda da gerçek olan bir şey vardır ki o da; bunun tamamen bizimle alakalı olduğudur. Çünkü insan onu ilgilendiren bir durum karşısındayken, kararını etkileyecek iki şeye sahiptir. Bunlardan biri duyguları diğeri ise zamanlamadır.

Duygu durumuna baktığımız da, bizi olayın içine dahil eden ve ‘’mantıklı karar verme mekanizması’’nı durduran etkilerdir. Yani işin içinde duygularımız varsa sevgi, öfke, tedirginlik vs. mantığımız yoktur diyebiliriz. Çünkü insanı bağımlı yapan şey duygudur. O anki duygumuz ne kadar yoğunsa o kadar bağımlıyızdır ve doğru kararı veremez durumdayızdır. Eğer hiçbir duygumuz olmasaydı, hiç yanlış kararlar ve tepkiler de vermezdik. İşte bu yüzden olayın üzerinden günler, haftalar geçtikten sonra onu sağlıklı bir şekilde analiz edip şöyle yapsaydım diyebiliyoruz. Neden? Çünkü duygularımız ancak o zaman zarfında  nötürleşebiliyor.

Zamanlama durumunda ise insanın doğası referans alınmalıdır. Bu sebepten dolayı ‘’telaş etmek’’ insan doğasına uygun bir şey değildir. Çünkü bir telaşe içerisine girdiğimizde, aslında farkında olmadan bir takım duygularımız,hırslarımız, kaygılarımız vs. devreye girer. Hemen sonrasında ‘’mantıklı karar verme sistemi’’miz yine durmuş olur. Bu yüzden konu hakkında ki düşüncelerimizin demlenmesine izin verip acele etmeden karar vermeliyiz.

Çözüm olarak, öncelikle aktif olan duygumuzu tespit etmeliyiz. Başlarda çok kolay olmayabilir ama denedikçe ilerlediğinizi göreceksiniz. Daha sonra kendimize şunu söylememiz bizi sakinleştirecek ve fayda sağlayacaktır.‘’karar almak için yeterince zamanım var, hızlı karar bana yanlış yaptırabilir!’’

... ve böylelikle kendimize de haksızlık etmiş olmayız.